Semavi
Dinler Perspektifinde Cennetin Krallığı Filmi
Cennet
için savaşanlar, cenneti ararken cehennemi yaratanlardır!
(Cennetin
Krallığı, Selahaddin Eyyubi El-Kurdi)
Semavi dinlerin en az birine mensup devletler,
tarih boyunca inandıkları dini emperyalist bir yayılma aracı olarak
kullanılmıştır. Özellikle Orta Çağın karanlık Avrupa’sında, Haçlı
Seferlerindeki şövalyeler Cennet vaadi ile savaşa teşvik edilmiştir. Din
maskesi adı altında, her mezhepten fanatikler, çıkarlarını Tanrı’nın bir
buyruğu gibi adlandırarak, istedikleri elde etmişlerdir. Bir sürü katil
düşünebiliriz, gözlerinden din fışkıran…
Kutsallık dediğimiz kavram çaresizlerin
yanında olmak, onları korumak, iyiliği bir hastalık gibi her yere bulaştırmak
değilse, nedir? İnanç, insanların kendi iradesinde ve vicdanında oluşan
iyi-kötü insan olmasını kendisinin belirmesiyle oluşuyorken, neredeyse her dine
mensup kişilerin öldür emrine uymaması bu insanları inançsız hale getirir mi?
Semavi dinlerden en az iki inanca sahip çoğunluk, tek bir çatı altında
yaşayamaz mı? Üstün ırk, üstün din, üstün zenginlik aslında dinin çoğu zaman
rant için kullanıldığını göstergesi değil midir? 1 Ağustos 1096 (Birinci Haçlı
Seferinin başlangıç tarihi) yılından bu yana din kavgası üzerinde değişen bir
şeyin olmaması aslında gerçekleri gözler önüne seriyor…
Toplumlar için tarihleri çok
önemlidir. Bu, onların dünyaya yansıttıkları kültürlerini anlatmaktadır.
Günümüzde devletler ekonomik çıkarları adına bağımlı oldukları kültürlerini (Yunanistan, megali ideası, İsrail’in, Ermenilerin diasporası gibi) dinlerini (Bölgesel bir savaşta Katoliklerin haklarının başka bir devlet tarafından
savunulması gibi) ön plana çıkartarak çıkarlarını elde etmektedirler.
Bazı bölgeler, bu devletler
için stratejik konumu itibariyle oldukça önemlidir.
Özellikle Kudüs, stratejik açıdan bu kadar önemli bir
bölgede olmasaydı, üç büyük semavi dine
sahip devletler, dinlerini bahane ederek bu bölge için savaşırlar mıydı? Öyle
ki, Müslümanlar için en kutsal yerlerden biri kabul edilen Mescid-i Aksa
ve Kubbet'üs Sahra'nın bulunduğu Harem-üş-Şerif, Doğu Kudüs'te yer alıyor.
Yahudiler için Mescid-i Aksa'nın hemen altında yer alan ve Süleyman döneminde
yapılan tapınağa ait olduğuna inanılan Ağlama Duvarı yer alıyor. Hristiyanlar
için ise, Kudüs'te bulunan Kutsal Kabir Kilisesi'nde İsa Peygamber'in çarmıha
gerildiği ve kabrine konulduğu düşünülüyor. Bu kilise, aralarında Rum Ortodoks
Patrikhanesi, Roma Katolik Kilisesi ve Ermeni Patrikliği'nin de olduğu farklı
mezheplerin temsilcileri tarafından yönetiliyor. Günümüzde ise, İsrail Kudüs’ü
başkenti olarak ilan etti ve ABD başkanı Donald Trump, Kudüs’ü İsrail’in başkenti olarak tanıdığını duyurdu. İsrail’in
lobisinin ABD’de ne kadar güçlü olduğunu artık hepimiz biliyoruz. Din savaşı adı altında yaşanan olaylar, adeta
devletlerin ekonomilerinin güçlenmesi adına oluşturduğu bir bahaneden ibaret
değilse, nedir?
Ridley
Scott, Cennetlin Krallığı filminde aslında bu durumu oldukça güzel yansıtmış. Başka
bir inanç için öteki inanç sahibini öldürmek, tarihini katletmek hoşgörü,
iyilik, merhamet ve vicdani mekanizmadan uzak yaşamak… hangi din bunu
emrediyor? Dini görüşü ne olursa olsun başka bir kralın hâkimiyetinde, farklı
dine mensup insanlar, herkes için kutsal olan o bölgede birlikte yaşayabilir mi?
İnsanlar gerçekten kutsal gördükleri için mi yoksa bu replikteki gibi
“Ben Kudüs’e bütün
hayatımı verdim.
Her şeyimi!
Önceleri, Tanrı için savaştığımızı sanıyordum sonra farkına
vardım ki servet ve toprak için savaşıyorduk. Utanmıştım.” sadece rant uğruna mı kutsal görme oyunu
oynamaya devam ediyorlar.
Şunu
unutmamak gerekir, yaptıklarımız aynamızdır ve “Bir kral bir insanı
yönetebilir. Bir baba oğul dünyaya getirebilir. Ama unutma, seni yönetenler
kral dahi olsalar ya da güce sahip olsalar, ruhun her zaman sana ait olur.
Tanrı'nın önüne çıktığında: "bana bunu başkaları emretmişti" ya da
"erdemli olmak beklenen şey değildi" diyemezsin bu yeterli olmaz. Sakın unutma!” İradenin, kalbinde ve aklında olduğunu…
Etiketler: Elestiri, Fikirler, Filmler