TÜRK
KADINININ TARİHSEL SÜREÇ İÇERİSİNDEKİ YERİ
Tarihe
damga vurmuş İskit kraliçesi Tomris Hatun’dan Bacıyan-ı Rum teşkilatına kadar
Türk kadınları her alanda kendi kimliklerini ortaya koymuştur. Dünya tarihinde
ilk kadın örgütlenmesi Bacıyan-ı Rum ile başlamaktadır. Bu da bizlere Orta
Asya’dan Bacıyan-ı Rum’a hatta günümüze kadar Türk kadının toplumun her
alanında kendi kişiliğini ve karakterini ortaya koyduğunu göstermektedir.
Bacıyan-ı Rum Teşkilatı Selçuklu Devleti zamanında XIII. yüzyılın başlarında
Kayseri’de kurulmuştur. Bu teşkilatın liderliğini Fatma Bacı yapmaktadır. Bacıyan-ı
Rum Teşkilatı ve Ahiler için Kayseri’de sanayi sitesi inşa edilmiştir. Burada
kadınlar sosyo-ekonomik hayata katkıda bulunmuşlardır. Bacıyan-ı Rum
Teşkilatı’nı Ahilik Teşkilatı’nın kadınlar kolu olarak tanımlayan Mikail Bayram
Teşkilat faaliyetlerinin örgücülük, dokumacılık, misafir ağırlama ve askeri
faaliyetler olduğunu söylemiştir.
Kayseri’de
kurulan Bacıyân-ı Rum Teşkilatı, Moğol istilasının ardından Anadolu’nun çeşitli
yerlerine dağılmıştır. Böylece gittikleri her bölge ve beldede sanatlarını
devam ettirme fırsatı bulan Bacılar hem üretim faaliyetleriyle ekonomik hayata
katılımlarını devam ettirmişler, hem de bulundukları mahallelerdeki kadınlara
bu sanatları öğreterek onların iktisadi hayata katkı sağlar hale gelmelerinde
önemli rol oynamışlardır. Bu kadınlara yeni iş kolları oluşturmanın yanı sıra,
girişimci kadınların önünü açan bir görev üstlenmişlerdir. Bu görev aynı
zamanda, halı ve kilim dokumacılığı başta olmak üzere Anadolu Selçuklu dönemine
ait çeşitli el sanatlarının günümüze kadar geliştirilerek ulaştırılmasına da
önemli bir katkı sağlamıştır.
Türk Kadını Kendini
Göstermeye Başlıyor
Türk kadını Tomris Hatun'dan günümüze kadar süreç içerisinde her daim kendi kimliğini oluşturmak için mücadele etmiştir. Tüm engellemelere rağmen ön saflarda varlığını sürdürmek adına her daim çeşitli mücadeleler vermiştir. Afife Jale, Sabiha Gökçen ve Süreyya Ağaoğlu'da verdikleri mücadeleler ile bugün bizlere hala daha ilham kaynağı olmaya devam etmektedirler.
Fotoğraf - Afife Jale
Yaşadığı
döneme kafa tutarcasına sahneye çıkan ilk Müslüman kızı Afife Jale’de Tomris
Hatun’dan Bacıyan-ı Rum Teşkilatı’na, bu Teşkilat’tan günümüze kadar Türk
kadının içinde her daim taşımış olduğu azim ve kararlılığını gözler önüne
sermektedir. Günümüzde Türk kadınının tiyatro sahnelerinde özgürce sanatını
sergilemesi ağır bedeller ödeyen Afife Jale’nin bizlere armağanıdır.
Fotoğraf - Sabiha Gökçen
Yaşadığı
dönemde erkek mesleği (!) olarak görülen savaş pilotluğunu başarılı bir şekilde
icra eden Sabiha Gökçen ise kendi alanında öncü isimlerden biridir. Sırf kadın
olduğu için çeşitli engeller ile karşılaşan Sabiha Gökçen haklı mücadelesinden
asla vazgeçmeyerek sonuna kadar savaşmış ve layık olduğu değeri elbet
görmüştür. Çeşitli ödüllerle onurlandırılmış, adına besteler yapılmış,
belgesellere konu olmuş ve onun adına sayısız çalışmalar yapılmıştır. Sabiha
Gökçenin haklı mücadelesi bugün bizlere ışık olmaktadır.
Fotoğraf - Süreyya Ağaoğlu
İlk
kadın Avukat Süreyya Ağaoğlu lise yıllarında cumhuriyet rejiminden bahsettiği
için arkadaşları tarafından ‘gavur’ olarak nitelendirilmesine maruz kalmıştır.
Bu sebeple daha bu yıllarda avukat olmaya karar vermiştir. Hayallerinden asla
vazgeçmeyen Ağaoğlu karşısına çıkan engellere rağmen hukuk fakültesine kaydını
yaptırmış ve başarıyla öğrenimini tamamlamıştır. Süreyya Ağaoğlu’nu bizler
yalnızca avukatlık mesleğindeki başarısıyla değil kadının sosyal hayata
karışmasını sağlayan hikayesi ile tanımaktayız. Bu hikayesi ise, “Öğle yemekleri Melahat ile benim için bir
problem olmuştu. Çünkü o devirde Ankara’da ‘İstanbul Lokantası’ adlı
restorandan başka yemek yenecek yer yoktu ve bütün milletvekilleri oraya
giderdi. Gerçekten, lokantanın hiç hanım müşterisi yoktu. Bir gün babamdan izin
alarak Melahat ile o lokantaya gittik, küçük bir bölümünde oturup yemek yedik.
Herkes hayretler içinde idi. İki genç kız tek başlarına lokantada yemek
yiyordu. Bizi tanıdıkları için, Basın-Yayın Genel Müdürü olan babama haber
derhal ulaştırılmış. Gece babam eve gelince: ‘Başbakan Rauf Bey, Süreyya ile
bir hanım arkadaşının lokantada yemek yediğini ve herkesin bundan bahsettiğini
söyledi. Bir de kütüphaneye giden bir hanım varmış, onun hakkında da dedikodu
yapılıyormuş. Bundan sonra öğle yemeklerine bana gelin.’ dedi. Rauf Bey
kütüphanede çalışanın kendi kızı olduğunu sonradan öğrendi. Bu olaydan sonra,
bir rastlantı olarak Gazi, Latife Hanım ile bize geldi; bana çalışma hayatından
memnun olup olmadığımı sordu. Ben de bu olayı anlattım. Beni onaylamasını
beklerken o: ‘Babanın da Rauf Bey’in de hakları var.’ dedi. Ertesi gün
bakanlıkta çalışırken milletvekili Necati Bey telaşla odaya girdi: ‘Süreyya
hazır ol, Paşa gelip yemeğe götürecekmiş.’ dedi. Ben ve bütün arkadaşlar
şaşırmıştık. Dışarıya çıkınca Gazi’nin gri otomobilinde Siirt Milletvekili
Mahmut Bey ve yaveri Muzaffer Bey’in oturduğunu gördüm. Bana: ‘Latife bugün
seni öğle yemeğine bekliyor.’ dedi. Şaşkınlıktan konuşamıyordum. Otomobile
bindim. Yolda herkes bize bakıyordu. İstanbul Lokantasının önünde otomobilini
durdurdu, Bozüyük Milletvekili Salih Bey’i dışarıya çağırttı. Doğal olarak
bütün milletvekilleri lokantadan fırladılar. Biraz onlarla konuştu, sonra
yüksek sesle: ‘Bugün Süreyya’yı bize götürüyorum, yarın lokantada yiyecek’
dedi. Evlerine gidince Latife Hanım: ‘Akşam Paşa bu lokanta olayına çok kızdı.’
dedi. Ertesi gün lokanta hikâyesini duyan bazı hanımlar, bu arada eski
Denizcilik Bakanı İhsan Bey’in eşi Nuriye Hanım, Hamdullah Suphi (TANRIÖVER)
Bey’in hanımı da öğle yemeğine lokantaya gelmişlerdi. Biz de bu olaydan sonra
rahatlıkla dışarıda yemek yiyebiliyorduk. Gazi bu davranışı ile kadınların
toplum içinde hareket serbestliğini nasıl korumak istediğini göstermişti. O
devirde Atatürk Ankara’nın ruhuydu ve Ankara her halde pek az şehre nasip olan
bir şevk, heyecan ve gelişme havası içinde yaşıyordu.” Yaşadığımız dönemde
herhangi lokantada yemek yemenin manasını bile kavrayamayan bizler için Süreyya
Ağaoğlu ve arkadaşı Melahat hanımın vermiş olduğu mücadeleyi iyi analiz ederek
gerekli dersleri çıkarmamız gerekmektedir. Gündelik hayatın sıradanlığı haline
gelmiş bu eylem için dahi nasıl zorlu süreçlerden geçilerek bizlere sunulduğu
iyi öğrenilmesi gerekmektedir.
İsimlerini
zikretme fırsatı bulamadığımız ancak dünyada adını duyuran tüm kadınlarımıza
çok şey borçluyuz. Gücünü kadının ilk doğuşundan alan ve günümüze kadar koruyan
tüm kadınlar bugün bizleri biz yapan önemli mihenk taşlarıdır. Tarihin her
alanında her daim ön saflarda yerini koruyan Türk kadını zaman zaman geriye
itilmeye çalışılmış ancak kadınlar kendilerine biçilmiş role karşı gelerek her
alanda başarılı olacağını tüm dünyaya kanıtlamıştır. Kadınlar; bilimde,
sanatta, siyasette, sporda ve çeşitli alanlarda geçmişten günümüze göğsümüzü
kabartmaya devam etmektedirler. 5 Aralık 1934 tarihinde Mustafa Kemal
Atatürk’ün kadınlara armağan etmiş olduğu seçme ve seçilme hakkı sayesinde
temel hak ve hürriyetlerine kavuşmaktadır. Varlığını, hayatını kadın hakları
yoluna adamış herkese selam olsun… 8 Mart Dünya Kadınlar Günü kutlu, mutlu olsun!
Kaynaklar
Av.
Soner ALPER, Av. Gülşah YILDIRIM – Türkiye Cumhuriyeti’nin ve Ankara Barosunun
İlk Kadın Avukatı Süreyya Ağaoğlu
Veli
SIRIM – Osmanlı Kadınının Ekonomik Hayata Etkin Katılımı: Baciyân-ı Rum Örneği
Meral BALCI,
Yeşim KARADENİZ – Cumhuriyet Modernleşmesinin Genç Kadın Pilotu: Sabiha Gökçen
Hatice
ÇUBUKÇU - Bâciyân-ı Rûm ve Anadolu Tasavvufundaki Yeri
Kişisel Arşivlerde
İstanbul Belleği Taha TOROS Arşivi - https://core.ac.uk/download/pdf/38313181.pdf Kişisel Arşivlerde
İstanbul BelleğiEtiketler: Fikirler, Tarih